Osmanlı’da Alman Yayılmacılığı – 3: Ermeni Tehciri ve Kırımı

0
1025

İttihat ve Terakki yönetiminin birinci dünya savaşına katılma kararı vermesinin hemen ardından İstanbul’da toplanan Ermeni Meclisi, Ermenilerin Osmanlı’ya bağlı kalacağını ve asker ihtiyacı dâhil olmak üzere devletin her türlü ihtiyacına koşacağını ilan etmiştir. Erzurum’da toplanan Taşnaktsutyun Kongresi’nde Osmanlı’nın seferberlik ilanının getirdiği vatani görevlerin yerine getirileceği kararı alınmış, üyelerinin önemli bir bölümü de Osmanlı ordusunda asker olarak savaşa katılmıştır.

Sarıkamış harekâtı sırasında Enver Paşa’yı donmaktan ya da Çarlık askerlerine esir düşmekten kurtaran asker, Sivaslı bir Ermeni olan Ohannes Aginyan’dır. Enver Paşa, bu olayın üzerine Konya Araçnortu Rahip Karekin’e bir mektup yazarak teşekkür etmiştir.1 Daha geriye dönersek; Enver Paşa’nın II. Abdülhamit’in gazabından kurtulmak için İstanbul’dan kaçtığı sırada saklandığı ilk ev bir Ermeni’ye aittir.

İmparatorluğun batısında yaşayan birçok kişi bedel ödeyip askerlikten muaf olurken yoksul Ermeni gençlerinin askere alındığı, Örneğin Bitlis’ten alınan 36 bin askerin 24 bininin Ermeni olduğuna dair kayıtlar Osmanlı Genelkurmayındadır. Bu askerlerin önce Erzurum’a ardından Sarıkamış’a gönderildiği ve çoğunun, orada yaşanan kıyıma dâhil olduğu da…   

Sarıkamış harekâtı büyük bir prestij kaybı ve hayal kırıklığıdır, ardından gelen Çarlık Rusyası işgaline de etkili bir gerekçe uydurulması gerekecektir. Harbiye Nazırı Enver Paşa ve Bronsart von Schellendorf, Sarıkamış hezimetinin sorumluluğunu Ermenilere yüklemekte gecikmezler: “Ermeniler bizi sırtımızdan hançerledi!” Kendilerince; gerekçelerini destekleyecek bir tarihsel arka plana sahiplerdir. Bu tarihselliğe biçim verilir, üzerine de Ermenilerin Rusları desteklediği propagandası eklenir. “İhanet” toplumsal olarak etkili bir gerekçedir.

Çanakkale Savaşı’ndaki Gayrimüslim Askerler

Sarıkamış Harekâtı sonrasında 3. Ordu Erzurum’a çekilmiştir. Görevi, asker sayısının yetersizliği sebebiyle Anadolu’nun içlerine doğru gelebilecek bir işgale karşı savunmayla sınırlandırılmıştır. Bu sırada Çarlık Rusyası’nın Anadolu’nun doğu sınırlarında devam eden işgali 1915 Nisan’ında Van’a ulaşmak üzeredir. Osmanlı Genelkurmayı, Çarlık Rusyası tarafından etkilenecek Ermenilerin içerden vuracağını düşünmektedir, üzerine Van’da “Ermeni İsyanı” başlayacaktır. Çanakkale savaşı devam etmektedir.

Ermenilerin tehlikeli olduğu fikri temel olarak Schellendorf’a aittir ve tehciri savunmaktadır. Gerekçesi de Doğu Anadolu’da “Ermeni çeteleri eşliğindeki” Çarlık Rusyası’nın ilerlemesini durdurmaktır. Birçok Alman kurmay subayı “Türkler bu çözümü uygun görürlerse, bu bizim için de iyi olur” düşüncesindedir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin lider askeri kadroları Alman subayların tedrisatından geçtiğinden, onların görüşlerine önem vermektedir. Diğer yandan Osmanlı’da kesintisiz 13 yıl görev yapmış bulunan Von Der Goltz’un “her millete bir devlet” fikri hatırlandığı gibi devlet olabilmek için “bir” millet olmak gerektiği söylemleri de unutulmamıştır.

Tehciri savunan Schellendorf, Namibya’dan tecrübelidir. Bir Alman kolonisi haline getirilen Namibya’da topraklara ve insanlara el koyulmuştur. Erkekler köle, kadınlar seks işçisi olarak kullanılırken “işe yaramayan” nüfus susuz topraklara sürülerek ölüme terkedilmiştir. Namibya yerlilerinin 1903-1905 yılları arasındaki isyanı nüfusun ağırlıklı bir kısmı yok edilerek bastırılmıştır. Namibya, Almanya’nın Nazizm’e varacak yolunun temel taşlarını döşerken; Schellendorf, yetkili subaylardandır.  

Schellendorf’un Ermeniler ile ilgili fikirlerini destekleyenler arasında ileride dünya çapında tanınacak subaylar bulunmaktadır. Örneğin; kendisinin emir subayı olan Ribbentorp, gelecekte Nazi Partisi’nin kurucularından ve Hitler’in Dışişleri Bakanı olacak, Osmanlı’nın “sadık dostu” Von der Goltz Nazi ideolojisine kaynaklık edecektir. Osmanlı ordusunun kurmay subaylarından Von Papen, Hitler’in Başbakan’ı; Osmanlı’nın Suriye ordusunda görevli Rudolf Hös, Auschwitz-Birkenau toplama kamplarının kurucusu olacaktır.  Osmanlı ordusunda görev yapan birçok Alman subay da Nazi askeri gücünün kritik noktalarında görev alacak, Osmanlı I. Ordu Kurmay Başkanı Otto von Feldmann ve III. Ordu Kurmay Başkanı Felix Guse, Ermenilerin katletmenin neden gerekli olduğuna yönelik yazılar yazacaklardır.

Friedrich Bronsart von Schellendorf

Ermeni isyanlarının kısa tarihi

1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanlarının gayrimüslim azınlıkların sorunlarına çözüm bulamaması 1876 Kanun-i Esasi’yi umut yapmıştır. II. Abdülhamit tarafından kabul edilen Kanun-i Esasi’nin yine kendisi tarafından rafa kaldırılması ve sonrasında başlayan İstibdat dönemi Ermenilerin ve diğer gayrimüslim halkların yaşadıkları toprakla bağlarının zayıflamasını getirmiştir. Çifte vergilendirme, bir Müslümanın şahitliğinin iki Ermeni şahitliğine eşitlendiği gibi ikinci sınıf kurallara tabi “Millet-i Mahkume”nin hakları isyanlara gebedir.

Osmanlı, 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’nda Ermenileri, Kürtlere ve Çerkeslere karşı korumayı ve Ermenilerin ikamet ettiği vilayetlerde yerel ihtiyaçlara uygun reformları yapmayı kabul etmiştir ancak İstibdat rejimi reform gündemini sürüncemede bırakma yolunu tercih etmektedir. II. Abdülhamit’in yeniden İslamlaşma politikasıyla uyum içerisinde geliştirilen “şimdi kâfirle Müslüman eşit mi oluyor? Olur mu böyle şey!” dezenformasyonu, gayrimüslimlerin birer sorun kaynağı olduğu algısı reformların uygulanma olasılığının önünü kesmektedir. İstibdat yoluyla devletin güçlendirilmesi adına Doğu Anadolu’da Kürt aşiretlerinin devlet tarafından silahlandırılarak gayri nizami bir askeri güç haline getirilmesini öngören Hamidiye (Alayları) projesinin hayata geçirilmesiyle birlikte, vergilendirme ve toprak gasplarından kaynaklanan çatışmalar şiddetlenme eğilimine girecektir.

1872 yılında Van’da kurulan Kurtuluş Birliği (Miutyunyev Pırgutyun), 1878’de yine Van’da Ermeni gençler tarafından kurulan Kara Haç Derneği (Sev Haç Kazmakerputyun) ve 1881 yılında Erzurum’da kurulan Anavatanın Koruyucuları (Paştpan Haireniats) gibi silahsız Ermeni nüfusu saldırılara karşı korumayı amaçlayan yerel örgütleri, 1885 yılında Van’da kurulan Armenagan, 1887’de Cenevre’de kurulan Devrimci Hınçak Partisi (daha sonra alacağı isimle Sotsial-Demokratakan Hunçakyan Kusaktsutuyun, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi) ve 1890’da Tiflis’te kurulan Taşnak (Hay Heğapokhagah Taşnaktsutyun, Ermeni Devrimci Federasyonu) partileri izledi.2

Faaliyetleri Van vilayetiyle sınırlı olan Armenagan demokrat ve liberal bir partiyken, Hınçak Avrupa’daki Marksist Ermeni aydınlar tarafından sosyal demokrat bir parti olarak kurulmuş, Rusya ve Osmanlı İmparatorluğundaki çeşitli yerel örgütleri birleştiren Taşnaktsutyun ise zaman içinde giderek sosyalist-halkçı bir zemine kaymıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yanı sıra Rusya ve Avrupa’da da faaliyetlerini sürdüren Hınçak ve Taşnak örgütleri; sosyalizmin, halkçılığın ve milliyetçiliğin iç içe geçtiği; ulusal sorunun çözümü ile toplumsal sorunun çözümü arasında doğrudan ilişki kuran örgütlerdir.3

Ermeni toplumunun içindeki sınıfsal ayrışmayı dikkate alan bu örgütler Ermeni burjuvazisinin ve 18. Yüzyılda devletle kurdukları mali ve siyasi ilişkiler sayesinde güç kazanan Ermeni ileri gelenlerinden oluşan amira sınıfının egemenliği altındaki geleneksel kurumların yerine, dikkatleri taşradaki Ermeni köylülerin sorunlarına yönelttiler. Hamidiye Alayları’nın zulmü artarak sürmektedir, devlete ödemekle yükümlü olunan verginin dışında Kürt aşiretlerine de vergi ödenmesinin yarattığı sorun yerel ya da merkezi idare tarafından çözülmemektedir.

1894 yılında Sason’da başlayan isyanın kanla bastırılmasının ardından; 1895 yılında, Ermeni halkına karşı Anadolu’nun doğusunda işlenen yağma ve zulüm suçlarının engellenmesi, mal ve can güvenliğinin sağlanması ile Kürk aşiret ağalarına verilen vergilere itirazı içeren dilekçenin bir yürüyüş eşliğinde Bab-ı Âli’ye sunulmak istenmesi de “isyan” kabul edilmiştir. “İsyan”, sivil çetelerin dâhil olduğu askeri müdahaleyle yaklaşık 6 bin Ermeni’nin katledilmesiyle sonuçlanmıştır.

İsdibdat rejimi, 1895-1896 yılları arasında Ermeni devrimci örgütlerinin söz konusu özsavunma faaliyetlerine, din merkezli şiddetin devreye sokulduğu geniş çaplı katliamlarla yanıt verir. İstanbul’da başlayan katliamlar; Trabzon, Gümüşhane, Bayburt, Erzincan, Diyarbakır, Palu, Urfa, Erzurum, Hınıs, Muş, Arapkir, Harput, Gürün, Sivas, Antep, Zile, Kayseri, Bilecik ve Niksar şehirlerine yayılan bir dalga halinde 1896 yılının Ocak ayına dek devam eder. Yaklaşık dört ay süren şiddet sırasında on binlerce Ermeni hayatını kaybeder, çok sayıda kadın ve çocuk kaçırılır, katliamlardan kurtulmak isteyen on binlerce kişi Müslümanlığa geçmek ya da sınıra yakın bölgelerde Rusya’ya kaçmak zorunda kalır. Bu mezhepçi şiddet dalgası 26 Ağustos 1896 günü, Galata’da bulunan Osmanlı Bankası Genel Müdürlük binasının Taşnaklara bağlı bir Ermeni Fedai grubu tarafından basılmasının ardından yeniden İstanbul’a döner.4 Hamidiye Alayları’nın yanı sıra o tarihten sonra Ermeni hamalların yerlerini alacak olan “Baltacılar” adı verilen Kürt hamalların katılımıyla iki gün sürecek olan insan avında bine yakın Ermeni katledilecektir. Banka baskınında ölen ve baskının lideri olan Papken Siuni’nin memleketi olan Eğin’e de katliam taşınacak, Ermeni mahalleri “ibret-i alem için” Ordu birliklerince topa tutulacak ve binin üzerinde bir sayıda Ermeni de burada öldürülecektir.

Ermeni örgütlerinin katliamlar karşısında etkili bir savunma örgütleyememeleri, Taşnaktsutyun’un II. Abülhamit’e karşı düzenlediği başarısız suikast girişimi bir kenara bırakılacak olursa, reform gündemini açmaya yönelik geniş çaplı ya da sansasyonel şiddet eylemlerinden vazgeçilmesine neden olur. Ermeni örgütleri, 1908 Devrimi’nden önceki on yılda örgütlenme ve çete faaliyetlerini sürdürmekle birlikte Jön Türk hareketi de dâhil olmak üzere İmparatorluk içindeki diğer muhalif örgütlerle temaslarını artırırlar.5 “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik ve Adalet” talepleriyle yola çıkılan ve II. Abdülhamit istibdadına karşı yürütülen mücadele Jön Türkler ile Ermenilerin ortaklığında başarılacak ve 1908 Devrim’i gerçekleşecektir.

Osmanlı toplumunun İstibdat rejimine en fazla kurban veren kesimi olan Osmanlı Ermenileri, 1908 devrimi ile birlikte ilan edilen anayasal düzene bağlılık sözü verirken, İttihat ve Terakki liderliği de bu tutuma anlamlı bir jestle karşılık veriyordu. Enver ve Talat Beylerin İstanbul’da Ermeni mezarlığını ziyaret ederek burada konuşma yapmaları ve II. Abdülhamit döneminde öldürülen Ermeni fedailerin mezarlarına çiçek bırakmaları bir önceki on yıla damgasını vuran mezhepçi çatışma ve katliamlar düşünüldüğünde toplumlar arasındaki güvensizliği gidermeye yönelik önemli bir adımdı.6 

İttihat ve Terakki, 1908 Devrimi’nin ardından Ermeni toplumunun temsilcisi olarak Taşnakları görmekte, kendisi de Ermeni toplumunun bulundukları bölgelerde tartışılmaz şekilde otorite olarak kabul edilmektedir.

Taşnakların İttihat ve Terakki ile işbirliği Ermenistan’ın her bir parçasında ve Osmanlı Ermenistan’ında da demokratik ilerleme süreçlerinin desteklenmesi ve bu temelde Ermenilerin yaşadıkları bölgeler için özerklik elde edilmesine yönelikti. Ayrıca Vilayet-i Sitte’de Müslüman toprak sahiplerine karşı Ermeni köylülerinin can güvenliğinin sağlanması ve yapılacak bir toprak reformu ile 1890’larda yaşanan toprak gasplarının telafi edilmesi için zemin bulmaya çalışıyordu. Hınçaklar ise Rosa Luxemburg’un II. Enternasyonel’de sunduğu Osmanlı İmpartorluğu ile ilgili tezlere uyumlu şekilde Ermenistan’da sosyalizmin kurulabilmesi için Osmanlı’nın yıkılması gerektiğini savunuyordu. Taşnaktsutyun’un Osmanlı Ermenistan’ında giderek daha etkin bir güç haline gelmesi karşısında duydukları hoşnutsuzluk da İttihatçı karşıtı konumlarının yükselmesinde etkili olmuştur. 1913 yılında ise İttihatçılara karşı illegal olarak mücadele etmeye karar verdiler.

Osmanlı’nın birinci dünya savaşına dâhil olmasının ardından; Ermeni Meclisi ve Taşnaktsutyun kongre kararları gereğince Ermenilerin savaşa katılacağının açıklanması İttihat ve Terakki liderlerince yeterli görülmez. Onlardan, ayrıca Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’sındaki Ermenileri isyana teşvik etmeleri istenmektedir. Taşnaklar, Osmanlı ordusu ile birlikte savaşacaklarını, diğer yandan Kafkaslardaki isyan çıkarılmasına karışmayacaklarını bildirirler. Bu karar İttihat ve Terakki liderleri tarafından hoş karşılanmayacak, daha sonrasında Sarıkamış hezimetinin sonucu buraya bağlanacak ve Harbiye Nazırı Enver Paşa ile Bronsart von Schellendorf’un Tehcir ve Kıyım planlarına uzanacak tarihsel gerekçeler buralardan üretilecektir.

Ermeniler, Zeytun (1870), Erzurum (1890), Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon (1892-1893), Sason ( 1894 ve 1903), Van (1896) ayaklanmaları ile 1905 yılında Ermeni militanların Abdülhamit’e yönelik suikast girişimi de dâhil olmak üzere pek çok isyan ve eylemle anılmaktadır. Ancak bu isyan ve eylemler, toptan bir Ermeni isyanından çok kısmi küçük grupların başlatmış olduğu ve en çok onlarla sınırlı kalan direnişlerdir. Bu isyanların temel talepleri ise başlangıçta ne özerklik ne de bağımsızlık isteyen hareketlerdir. Onların iktidardan talepleri, sadece ve sadece can ve mal güvenliğinden başka bir şey değildir.7

19 Nisan 1915 tarihinde “Van İsyanı” adıyla bilinen Ermeni Direnişi’nin hemen sonrasında; Ermeni milletvekillerinden şairlere kadar genişletilen ve 2 bin 500 kişiye ulaşan İstanbul tutuklamaları ile İttihat ve Terakki Ermeni ilişkileri sona gelmiştir. “İttihat ve Terakki liderlerine suikast planlama” iddiasıyla yürütülen bu operasyonun sonucunda 700 kişi Ayaş ve Çankırı’ya sürgünleri sırasında öldürülmüş, aralarında ‘Paramaz’ kod adlı Madteos Sarkisyan’ın da bulunduğu 20 Hınçak partisi üyesi 15 Haziran 1915’te asılmıştır. Bu cinayetler ve infazlar Medz Yeğern’in ayak sesleridir.

Tehcir ve Kıyım: MedzYeğern

Sarıkamış bozgununun ardından yenilginin nedenini cephe gerisindeki Ermeni faaliyetlerine ve “Allah’ın soğuğuna” bağlayarak Rus ordusunun savaş kabiliyetini “boşa çıkaran” Enver Paşa, dönemin İçişleri Bakanı Talat Paşa’dan 2 Mayıs 1915 tarihli bir yazıyla Ermenilerin bölgeden uzaklaştırılmasını ister. Kısa ve nettir. “Gayet mahremdir” diye başlar, Van civarındaki Ermeniler ya Rusya’ya sürülmelidir ya da Anadolu içlerine muhtelif yerlere dağıtılması ve boşalan yerlere de Müslüman ahalinin yerleştirilmesi emrini içerir. Enver Paşa’nın askeri gerekçelerle ileri sürdüğü ve acilen alınmasını istediği bu tedbirlerin, sonu faciayla bitecek olan Ermeni tehcirinin işareti olarak da okunabilir.8

Osmanlı Hükümeti, belirlenen bölgelerdeki Ermeni nüfusu oranının en fazla %10 ve yerleşimlerin 50 aileyle sınırlı olmasını zorunlu tutmuş, bunların hem Bağdat demiryolu hattından hem de birbirlerinden uzak olması gerektiği bildirilmiştir. Merkezî hükümet, sürülen Ermenilerin sayısı, geride bıraktıkları konutların miktarı ve türü, toplama kamplarına ulaşan sürgünlerin sayısı ile ilgili süreci izlemeyi ve veri toplamayı da gerekli görmüştür. Faaliyetlerin merkezinde Talât Paşa (Dâhiliye Nazırı), Enver Paşa (Harbiye Nazırı ve Savaş Bakanı), Bahaeddin Şakir (Teşkilat-ı Mahsusa Şefi) ve Mehmet Nâzım (Nüfus Planlama Şefi) bulunmaktadır.

Medz Yeğern Haritası

Tehcir kafilelerinin büyük bir çoğunluğu askerlerin kontrollerinde önce Malatya’ya oradan Suriye, Irak ve Kuzey Suudi Arabistan’daki toplama kamplarına yürütülecektir.

Tehcir planı, İstanbul’dan Ermenilerin yaşadığı bölgelere Teşkilat-ı Mahsusa tarafından kurulan müfrezelerin gönderilmesi ile başlatılmıştır. Teşkilat-ı Mahsusa, Harbiye Nezareti’ne bağlı resmi bir örgüttür, gönüllü müfrezeler ve çete şeklindeki örgütlenmelerle operasyon yapmaktadır. Doğu Anadolu’daki Hamidiye Alayları’nın ağırlıklı unsurları da bu örgütün içerisindedir. Her türlü şiddet ve cinayet, örgütün görev alanındadır. Tehcir ve Kıyım sırasında, Ermenilerin elinde bulunan ticaret ve sanayi işletmeleri ile diğer mülklere el koyulması da görev alanlarına dâhil edilmiştir.

Ermenilerin ağırlıklı olduğu altı ilden (Trabzon, Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Elazığ ve Maraş bölgesi) başlatılan Tehcir, bir süre sonra Eskişehir’den Sivas’a, Balıkesir’den Adana’ya kadar bütün Anadolu’ya genişletilecek, şehir ve kasabalardaki okur-yazar meslek grupları ve esnafların arkalarında bıraktıkları mallar Türk, Kürt ve Çerkes eşraf tarafından pay edilecektir. Ardından en ücra köşedeki yerleşim birimlerinden öbek öbek toplanan Ermeni ahalisinin bir kısmı çeteler eşliğinde ara toplanma alanlarına doğru yürütülecek, bir kısmı ise bulunduğu yerde katledilecektir.  

Kamp yeri denilen dinlenme merkezlerinde Ermeni kızlarına Türk ve Kürt ahali tarafından el konulmuş, çocuklar “yetimhaneye götürüyoruz!” diye kaybedilmiştir. Erzurum ve Erzincan’da Ermeniler dağlara yürütülmüş, oralarda toplu halde katledilmiştir. İnsanlar yeterli kıyafeti, yiyecek ya da suyu olmadan günlerce güneş altında ve geceleri dondurucu soğukta oradan oraya yürütülürken yorgunluktan ve kendilerine saldırılması sonucu öldürülmüştür. Tehcir yollarının kesiştiği Malatya, insan mezbahası olarak anılmaktadır. Malatya’dan Suriye’ye kadar yolların kenarlarında insan cesetlerinin bulunduğu çeşitli anılarda anlatılmaktadır. Suriye ve Iraktaki toplama kamplarına ilk ulaşanların Fırat ve Dicle nehirlerine atılan cesetler olduğu da…

Tehcir edilen Ermenilerin, Müslüman halktan, Hamidiye katliamları sırasındaki tecrübelerini kullanan Kürt Hacı Musa, Cemile Çeto, Ashkar Sımko, Kör Hüseyin Paşa gibi birçok aşiret reisine bağlı birliklerden ve kendilerini korumakla görevlendirilen muhafızlardan uğradığı saldırılar sebebiyle toplama kamplarına çok azı ulaşabilmiştir. Bu bir kıyımdır!

Osmanlı Hükümeti’nin önceliği, Anadolu’daki Ermeni bölgelerinin yok edilmesidir. Anadolu’nun Ermenilerden arındırıldığına karar verildikten sonra Tehcir planı bu kez Suriye’ye taşınmıştır. Mart 1916’da, sürgünlere yardım edilmesine katı bir yasak getirilmiştir. 1916 baharında Ermeniler Fırat boyunca Der Zor’a doğru yürümeye zorlanmış, çöllerde insan ve doğa eliyle ölüme terkedilmiştir. 

Tehcir sırasında, evlerinde Ermeni komşularını sakladığı anlaşılan Türklerin idam edileceği ilan edilmiş, dinlemeyenler Teşkilat-ı Mahsusa çetelerince infaz edilmiştir. Ermenilere yardım etmeyi planlayan ya da tehcir emrini kabul etmeyen asker ve idari kadroların da yerleri hızlıca değiştirilmiştir.

1915 ve 1916’daki Ermeni ölüm ve kayıplarının Kasım 1918 tarihli Osmanlı hükümeti raporuna ve 1928 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay yayınına göre 800 bin olduğu ifade edilmektedir. “Talat Paşa’nın defterine” göre; Trakya’dan sürgün edilenler hariç olmak üzere 924 bin kişi tehcir edilmiştir.

Medz Yeğern

Öldürülen ya da sürülen Ermenilerin mal varlıklarının eşraf ve tüccarların eline geçtiği, bir kısmının kamulaştırıldığı, Tehcir ve Kıyım için yapılan harcamaların buradan karşılandığı bilinmektedir. Mülkiyetin el değiştireceği bilgisi, çok sayıda sıradan insanın “komşularına” yapılan kıyıma katılması konusunda teşvik edici olduğu çok acı bir gerçektir. Müslüman halkın geneli Ermenilerin zengin ve varlıklı insanlar olduğuna inanmaktadır ancak ‘Tehcir ve Kıyım’ Ermenilerin büyük bir çoğunluğunun emekçi insanlar olduğunu göstermiştir.

Tehcir ve Kıyım: Alman emperyalizminin rolü

1915 yılının Temmuz ayında Alman Büyükelçi Hans von Wangenheim, Şansölye Bethmann Hollweg’e “Osmanlı’da bulunan Ermeniler yok etmek istiyorlar. Biz ne yapacağız?” diye bir telgraf gönderdiğinde Alman hükümetinden gelen cevap “Bunu biliyoruz, fakat bir şey yapmayacağız” olmuştur. Erzurum’da Scheubner-Richter, Halep’te Rössler ve Musul’da Holstein isimli Alman elçileri Ermenilere yönelik uygulamalara karşı çıkarak İstanbul ve Berlin’e defalarca kez bölgelerinde neler olduğunu anlatan telgraflar göndermişlerse de Rössler ve Holstein’ın telgrafları görmezden gelinmiş, Scheubner-Richter’in görev bölgesi değiştirilmiştir. Almanya hükümeti yapılanları bilmektedir.

Ermenilerin, İngiltere ve Rusya toprakları ile bağının olması Almanya’nın planları için tehlikelidir, kırk yıla yayılan bir siyasi kavgadan sonra kolayca kazanılamayacağı düşünülmektedir. Diğer yandan Almanya’nın Bakü petrol bölgesine ulaşma niyetiyle Türkçülük’e, Ermeni burjuvazisinin yerini alma planları için de tehcire ihtiyaç duymaktadır. Osmanlı’daki İttihat ve Terakki yöneticileri gibi Alman hükümeti de sorumlu subaylarına konuşma yasağı getirmiş, bu yasak savaşın sonuna kadar devam etmiştir.

Medz Yeğern

Osmanlı Ermenilerine uygulanan tehcir ve kıyımın askeri ve politik öznesi olarak Alman Komuta Merkezi, karar ve planlarda ortaklaşırken, uygulanmasında da görev almıştır.

Bir İstanbul-Bağdat Demiryolu Hattı’nda…

1915 yılının Mayıs ayında çıkarılan tehcir kanunu yürürlüğe girer girmez ilk uygulama Alman yöneticilerin işgüzarlığıyla demiryolunda çalışmakta olan Ermeni işçilerine yapılır. Hattın güvenliği bahane edilerek bir gün içerisinde binlerce işçi ailelerinden habersiz olarak, sürgüne tabi tutulur.

İki Urfa’da…

Urfa’da Ermeni sürgünlerini kuşatma altında tutanlar Alman subaylardı.

Üç Zeytun’da…

Maraş’ın şimdilerde adı Süleymaniye olan kasabası ki Ermeni kırım merkezlerinden birisidir. Askeri birlikleri yönlendiren Alman kurmaylardı.

Dört Musa Dağı’nda…

Kadim topraklarını, köylerini terk etmeyi reddedip çoluk çocuk genç, ihtiyar Ermeni ahalinin hüzünlü öyküsüdür, Musa Dağı direnişi. Romanı var. Antakya’da Musa Dağı’nda son bir umut çırpınan Ermenilerin kırılması emrini veren ve harekâtı yöneten Alman subaylardır. Bir de şu var 1914-1918 Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusu bütün hatlarıyla Alman Genelkurmayı tarafından yönetildiğine göre Ermeni kırımında Alman parmağını görmemek elde değil.

Bütün kaynaklarda, Türkçeye çevrilen Ermeni kaynakları dâhil “Alman konsolosları ve subaylarının yönetici ve özendirici olarak rol aldıkları” yazılıdır. Ayrıca 1915 yılı sonlarında Alman din adamlarının Katolik ve Protestan temsilcileridir sözünü ettiğim, duydukları Ermeni çığlığı karşısında dayanamayıp kendi hükümetlerine başvurdukları ancak Alman Hükümetinin ve Genel Kurmayının “bunun dini değil siyasi bir mesele olduğunu” belirterek başvurucuları kibarca kovaladığı Türk resmi kayıtlarından da izlenebilir.9

Osmanlı Genelkurmayı’nın yöneten Almanlar, Ermenilere yapılan tehcir ve kıyımın bilgileri dâhilinde olduğunu savaş sonrasında Üç Paşalar (Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa)’la birlikte Genelkurmay’ın dönem arşivinin tümünü yanlarında götürerek onaylamaktadır.

1917’de, Ermeni “sorunu” ortadan kalktıktan sonra Osmanlı topraklarına ve Filistin cephesine Alman birlikleri sevk edildi. Savaşın sonunda da Osmanlı topraklarında 60-70 bin Alman askeri bulunuyordu. Osmanlı İmparatorluğu’na verilen destek tehcir ve kıyımın öncesine göre çok daha fazlaydı. Konu Almanya tarafından tamamen kapanmıştı.

MedzYeğern’i anlamak

Bu acının tarifi olamaz!

Tarihse, başlı başına bir tartışma sahası haline gelmiş durumda: Soykırım mı? Tehcir mi?

Soykırım, belirli bir ulusal/etnik kimliğin belirli bir plan dâhilinde ölüme gönderilmesiyse kavram yerindedir, yaşanan da budur. Ancak aynı kavram mevcut uluslararası ilişkiler ve hukuk çerçevesinde bir çözümü gerektiriyorsa bu kabul edilebilir değildir. Ermenilerin uğradığı soykırım ya da büyük felaket aynı topraklarda yaşayan bir diğer “kimliğin” eseri olarak görülmektedir. Bir sorunun sınıfsal bağlamından kopartılarak, dünya ölçeğinde burjuva ideolojisiyle iç içe geçirilmesi liberalizmin işidir ve bu “kimlikler” üstünden yapılmaktadır.  “Ermenileri öldüren, süren Türkler… ve ya Kürtler…” tanımlaması düşman ilan ettikleri milliyetçilikle ortaklıktır.   

Tarihsel acıların faturasını bir ulusal kimliğe kesmeye çalışmak, nedenselliğin de ulusallıklara bağlanmasını getirecektir. Ermeni tehcir ve kıyımının mimarı ‘Türklük’ değildir ve yarar sağlayanlar da sınıfsız bir tanımla Türkler ya da Kürtler olmamıştır. Medz Yeğern; borca batmış bir devletin, yüksek bürokrasisi ve orta boy taşra eşrafı ile tüccarından başka zengini kalmamış Türk-İslam burjuvazisi’nin ilkel sermaye birikimi kaynağı bulmasından ortaya çıkmıştır. Burjuvazi, bu gerçeği saklamak için milliyetçi hamaseti kullanmak zorundadır. Çukurova, Van ya da diğer yerlerdeki sermaye ve mülkiyetlerin kimlerin eline geçtiği, Anadolu’nun parçalanmasından kimlerin yarar sağlamayı umduğu belliyken, suçlunun Türkler, Kürtler veya Anadolu Müslümanları olarak ‘kimliklere’ yıkılmasının anlaşılır bir yanı yoktur.

Medz Yeğern’in Osmanlı’nın son döneminde gelişen, halkların uluslaşma mücadeleleriyle tartışmasız bir bağı vardır. O mücadelelerin son halkası olmamakla birlikte uluslaşma süreçlerinin en acı ve en kanlı momenti olarak Osmanlı’yı Cumhuriyet’le barıştırmanın kapsayacağı alanlardan da bir tanesidir. Medz Yeğern, Osmanlı’nın Alman emperyalizmi yedeğindeki politikasıdır.

Burjuvazi “servete el koyma hakkını” kendinde görür. El konulacak serveti olmayanlarında kendisine tabi olmasını ister. Bunun için binlerce insanı yurdundan edecek, katledecektir. Tarifi nasıl yapılırsa yapılsın; Türkiye’de Ermeni sorunu önceki yüzyıl dönemecinde Müslüman Türk burjuvazinin “diğerlerinin” malına mülküne el koymasıdır. Medz Yeğern, açık bir sınıfsal saldırıdır.

Emperyalizme bağımlı bir kapitalist düzenin, onun beslediği kültürün, Ermeni sorununu açıklığa kavuşturmak ve aşmak yönündeki çabası yine aynı sınıfın çıkarları doğrultusunda mümkündür. Kapitalizme eşlik eden ulus devletlerde kural, milliyetleri ve azınlıkları tek çatı altına toplaması, toplayamadığı ölçüde de ezmesi olmuştur. Bu acımasız tarihselliğin kazananları ulus devletin egemen sınıfıdır, burjuvazidir, sermayesini geçmişten gelen servetlere el koyarak oluşturur.

Paylaşım Savaşı’nın Sonu

Bugün, uluslararası alanda, Ermenilerin tarihsel haklarının konuşuluyor olmasının arkasındaki gerçek neden tazminatlar ya da hakların iadesinden ibaret değildir. Bunlar günümüz emperyalizminin umurunda da değildir. Tartışmalar, tasfiye etmelerine rağmen; Cumhuriyetin ortadan kaldırılamayan meşruiyetinin sorgulanma yöntemlerinden birisidir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin meşruiyetinin nerede bittiği tartışmasına bir kez girildiğinde Milli Mücadelenin öncesine de gitmeyi engelleyemezsiniz. Cumhuriyetin meşruiyeti Kürt isyanlarının kanlı bastırılmasıyla mı, Rumların mübadeleyle tasfiye edilmesiyle mi, yüz binlerce Ermeni’nin katledilmesiyle mi tartılacaktır?

Bu tartı, demokrasiyi başlı başına bir kriter olarak almasıyla tipik burjuva ideolojik karakter taşır.

Bir kere böyle yaklaşıldığında, tam da küreselleşme ideolojisine uyacak biçimde, kriminalize edilmeye bağışık herhangi bir ulus devlet bulmak imkânsız hale gelir. Diyelim ki, tek etnisiteli veya farklı etnik bileşenlerin eşit kültürel ve siyasal haklarla donandığı bir ulus devleti pertavsızla aradık ve nihayetinde bulduk! Bu örnek tarihsel bir olgu olarak ulus devlet kategorisini temsil gücüne neden sahip olsun?

Her modern ulus devlet, kuruluşunda başvurulan yöntemlerin demokratiklik dozajı açısından değil, şu üç kriter nedeniyle meşruiyet elde etmiştir:

(i) feodal parçalanmışlığı aşması, (ii) yurttaş kavramı sayesinde halk kitlelerine hukuksal eşitlik vaat etmesi ve (iii) insanlığın nihai kurtuluş mücadelesinin parçası olan işçi sınıfının önünü açması.

Burjuva sınıfının damgasını taşıyan bu vaatler tabii ki gerçeklikle örtüşmez. Ne feodal parçalanmışlık ve onun üstyapısı tam olarak yok edilir, ne sınıflara bölünmüş olan yurttaşlar eşit haklarını kullanabilir, ne de işçi sınıfının örgütlenerek kimliğini geliştirmesine izin verilir. Ancak bu sorgulama bizi konumuzdan saptıracaktır. Kendimizi eşitsizlik ve adaletsizliklerin kaynağı olan sömürü ilişkilerinin, bunlardan yarar sağlayan mülk sahibi sınıfların tarihsel gayrimeşruluğunu kanıtlarken buluruz. Bu daha önce Komünist Manifesto’da yerine getirildi!

Spesifik olarak burjuva ulus devlet yukarıda tanımlanan tarihsel ilerleme sayesinde meşrudur. Meşruiyet işçi sınıfı açısından bir kritik anlam daha barındırır. Söz konusu toplumsal-siyasal yapı işçi sınıfının iktidar mücadelesinin zeminidir.10 İşçi sınıfı iktidarıysa; halkların barış içerisinde yaşamasının tek zeminidir.

Hakan Aydın

23.05.2021

KAYNAKLAR

1-F. Benlisoy, Kahramanlar Kurbanlar Direnişçiler, 2014, Aktaran: İ. Asil, Tarihin Saklı Sayfaları, 2020.

2-L.Z. Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movement, 1975, Aktaran: Parti Tarihi – Türkiye Komünist Partisi’nin Kuruluş Dinamikleri, 2021. 

3-A.T. Minassian, 1876-1923 Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Toplumunun Rolü, 2004, Aktaran: Parti Tarihi – Türkiye Komünist Partisi’nin Kuruluş Dinamikleri, 2021.

4- Parti Tarihi – Türkiye Komünist Partisi’nin Kuruluş Dinamikleri, 2021.

5-A. Avagyan ve G. F. Minassian, Ermeniler ve İttihat ve Terakki İşbirliğinden Çatışmaya, 2005, Aktaran: Parti Tarihi -Türkiye Komünist Partisi’nin Kuruluş Dinamikleri, 2021. 

6-A. Avagyan ve G. F. Minassian, Ermeniler ve İttihat ve Terakki İşbirliğinden Çatışmaya, 2005, Aktaran: Parti Tarihi-Türkiye Komünist Partisi’nin Kuruluş Dinamikleri, 2021.

7-T.Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, 2014, Aktaran: İ. Asil, Tarihin Saklı Sayfaları, 2020.

8-https://haber.sol.org.tr/yazarlar/mehmet-bozkurt/1915-oncesi-ittihat-terakki-ve-ermeniler-2-83132

9-https://haber.sol.org.tr/yazarlar/mehmet-bozkurt/24-nisan-1915-ermeni-gocertmesinde-alman-parmagi-54273

10- A. Güler, Bir meşruiyet tartışması: Cumhuriyetin kazanımları derken, Kasım 2020, https://gelenek.org/15003-2/