Bir başka, büyülü bir dünyadan gelir gibidir sesleri onların. Onca yüz yılların acılarını, sevinçlerini, özlemlerini, öfkelerini günümüze taşırlar. Bizi bizden alırlar.
Dinledikçe kendinizden geçersiniz, kendinizi bulursunuz. O sözlerin derinliğinde kaybolursunuz. Saatlerce hatta günlerce bile dinleyebilirsiniz. Hepsinde o özü bulursunuz. Sanki olgunlaşmış, dallarından sarkan olgun meyve gibidir onları dinlemenin tadı. İçli, yanık sesleriyle tüm sözleri havalandırırlar. Lirik, duygulu…
Son temsilcilerinden biri Neşet Ertaş’tı. Hacı Taşan, Muharrem Ertaş, Çekiç Ali… Günümüzde bu geleneği sürdürmeye çalışan yetenekli, usta sanatçı İsmail Altunsaray…
Ezgilerinde Pir Sultan Abdal’ın, Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun, Aşık Veysel’in ağırlığını taşırlar.
Bugün ayın ışığı
Elinde bal kaşığı
Yine nerden geliyon da
Mahlenin yakışığı
Vay nerdesin nerdesin
Kaldır camın perdesin
Diyeceğim çok amma
Pek kalabalık yerdesin…
Vay ne olur ne olur
sevda sırıynan olur
gözdür alemi gezer de
gönül biriynen olur
karşıdan geçti gelin
elinde testi gelin
sallan boyun göreyim
gençliğim geçti gelin…
Bu geleneğe Abdal geleneği denilir. Abdallar, yöredeki tüm düğünlere davulları, zurnaları, kemanlarıyla gelirler. Genelde güneş yanığı, esmer, kederli bir yüzleri vardır. En hareketli türkülerinde bile derinden gelen bir hüznü duyumsarsınız.
Çocukluğum Kırşehir’de geçti benim. Bu güzel insanları tanıdım, gördüm. Şenlendirdikleri düğünlerde onları gözledim. Hiç kimseye en ufak bir zararları, bir kem sözleri olmamıştır. Her zaman saygılı, ölçülü bir tavırla sanatlarını sunan bu insanlar Anadolu kültürünün en güzel örneklerindendir.
Karanfil suyu neyler
Güzel kokuyu neyler
İki baş bir yastıkta
O göz uykuyu neyler
Leylam yar Leylam yar
Her gün akşam böyle yar
Küstüysen söyle yar söyle yar
Karanfil deste gider
Kokusu dosta gider
Sevip de alamayan
Gurbete hasta gider…
Buraya kadar Neşet Ertaş alır, sonrasında ozanın babası usta sanatçı Muharrem Ertaş sürdürür:
karanfil katar oldu.
ayrılık yeter oldu.
şu benim nazlı yarim,
burnuma tüter oldu…
Bu duyarlı, coşkulu sanatçıların açıkça bir reklamları bile olmamıştır. Onları elbet tanıyan tanıyordur. Bilen biliyordur. Onlar, hiçbir şekilde birbirlerini taklit etmeden kendi iç dünyalarına göre bir sentez oluşturup söylerler. Çok başarılı, orijinal bir sentezdir bu. Her zaman yeni bir zevk ve güzellik peşinde koşan bir sanatçı portresi çizerler. Saz çalarlar. Bazen uda, bazen cümbüşe benzer sesler duyarız. Sazın telleri üzerindeki parmakların ve tezenenin kelebekler gibi uçuştuğunu duyumsarız. Hepsinin kendilerine özgü bir rengi, kokusu vardır.
Aşağıdan kalktı bir akça geyik
Kırıktır kollarım tutmuyor seyik
Mahı camalın görünce titirer kayık
Kızılırmak senden geçti bir gelin
Taramış zülfünü kırkmış kabadan
Ayrı düşmüş anayınan babadan
Bir gelin tezikmiş büyük obadan
Yayla sana sökün etti bir gelin
Aşağıdan kalktı cenderin özü
Aşkınan ağlattın gelin sen bizi
Şöyle duruşun da değer yüzbin kırmızı
Yayla sana sökün etti bu gelin…
Bir zamanlar Avrupalı bir yazarın Yaşar Kemal’in İnce Memed romanı için, “Bu roman, vahşi ve muhteşem bir türküye benziyor…” dediği gibi. Bu türküler, bambaşka, büyülü diyarların muhteşem seslerinin türküleridir. Orta Anadolu’daki Abdal aşiretlerinin türküleridir.
Muharrem Ertaş, Çukurovalı Ozan Dadaloğlu’nun şu sözlerini de havalandırmıştır,
kalktı göç eyledi avşar elleri,
ağır ağır giden eller bizimdir.
arap atlar yakın eder ırağı,
yüce dağdan aşan yollar bizimdir.
belimizde kılıncımız kirmani,
taşı deler mızrağımın temreni.
hakkımızda devlet etmiş fermanı,
ferman padişahın, dağlar bizimdir.
dadaloğlu’m birgün kavga kurulur,
öter tüfek davlumbazlar vurulur.
nice koçyiğitler yere serilir,
ölen ölür, kalan sağlar bizimdir…
Aşık geleneğinden gelen usta yazar Yaşar Kemal’in, Neşet Ertaş’ın, Pir Sultan Abdal’ın, Dadaloğlu’nun, Aşık Veysel’in, Muharrem Ertaş’ın, Hacı Taşan’ın, Çekiç Ali’nin ve bilcümle ozanların yüzü suyu hürmetine…