Her üç faşist harekette, kendisine halk partisi süsü verme amacını taşıyordu. Ulusal etiketine, başlangıçta ücretli yığınları ilgilendiren etiketler ekleme gayretinde görünüyorlardı. İşçi hareketlerine özgü renklerin kullanılması bu niyetlere bağlıydı. Parti içerisinde“arkadaş” hitabının kullanılması da işçi partilerinden ödünç alınmış davranışlardı.
Bayrak-amblem bileşimleri ise daha karmaşık niyetlere yanıt veriyordu. PNF’nin “Demet”i Roma’nın büyüklüğü ile ondan doğan emperyalist özlemleri simgeliyordu. FALANJ’ın boyunduruk ve beş oku Katolik kralların amblemini yineliyor, İspanyolların altın yüzyıllarının yeniden canlanmasının umudunu taşıyordu. İşçi hareketlerinden ödünç alınmış biçimlerle ulusun egemenliği içinde gelişen barışa atıfta bulunuyordu. NSDAP, imparatorluk Almanyası’nın renklerini bayrağına taşıyordu: Kırmızı, Beyaz ve Siyah. Irkçı efsaneler ile Hohenzollern armasından gelen gamalı haç’ bayrakta yerini alıyordu. Hareketin toplumsal düşüncesi kırmızı’da, tanrısal yanı beyaz’da, aryenlerin ve Yahudi düşmanı olanların “üretken düşüncelerinden” doğan savaşım misyonu gamalı haç’ta ifade ediliyordu.
Yazılan, haykırılan sloganlar, toplanma çağrıları, selam biçimleri faşist hareketleri bir tür ayinlere taşıyordu. PNF, “Eia!,Eia!, Eia!”, “Duçe!, Duçe!, Duçe!” “A chiI’Italia? A noi!” (İtalya kimin? Bizim!) diye bağırırken, FALANJ, “Franco!, Franco!, Franco!”, “Arriba Espana!” (Yaşasın İspanya!) sözleriyle haykırıyor ve NSDAP, “Sieg! Heil! Hitler!” (Zafer! Kurtuluş! Hitler!) diyordu.
Her üç harekette de üniforma en etkili propaganda aracıydı. Genel gösterilerde, geçit törenlerinde, önemli siyasal ve toplumsal sokak etkinliklerinde, büyük merkezlerde yapılan sürekli toplantılarda, “karşı konması olanaksız olan” egemeni işaret etmek üzere üniforma giyiliyordu.
Hareketler, örgütlenebilmek için liderlere, liderler güçlenmek için kitlelere gereksinim duyuyordu. Bu ikisini birbirine bağlayan temel iletişim kanallarından en önemlisi propaganda oluyordu. Faşizm, propaganda gösterilerini, ayinsel biçimlerde hazırlanan toplantılar ve terörist eylemlerle birbirini tamamlayacak şekilde biçimlendiriyordu.
Propaganda akla değil kesin biçimde içgüdülere yöneliyordu: “Propaganda sanatı, düş gücünün etkili olduğu, içgüdü tarafından yönetilen büyük yığınsal çevrelerin anlayabileceği düzeyde, psikolojik bakımdan elverişli biçim olarak, o çerçevelerin kalbine giden yolları bulmanın ta kendisidir. (A. Hitler, Kavgam, 1925)
Propaganda, etkili olmak için bıkıp usanmadan tekrar edilen az sayıdaki birkaç konunun sistemli kullanımına dayanmalıydı. Bu yineleme, karşıt unsurların yaptıkları ile kendi yaptıklarının karıştırılması şeklinde yapılabilirse daha başarılı olacaktı. Karşıt unsurlar, sürekli olarak yerilecek, kara çalma kampanyaları ile değersizleştirilecekti. Propaganda, herhangi bir gerçeğin araştırılmasını gerektirmezdi.
Propaganda, yığınların tam olarak etki altına alınmasını sağlamak, hareketlerin haklılığından şüphe edilmeyecek hale getirmek üzere her yerde karşılaşılan basit ama “sağduyulu” sloganlar ile halkın bütün iletişim kanallarına yayılmalıydı. Öte yandan, duvarları kaplayan ve son derece basit içeriklere haiz ama saldırgan afişler öne çıkarılmalıydı.
Propagandanın başarısı güç gösterilerine bağlıydı. Biri olmadan öbürü de olamazdı. Hareketlerin, fiziki güçlerinin “dayanılmaz” olduğu fikrinin yaygınlık kazanması çok önemliydi. Faşist mitingler öncesinde cadde ve sokaklarda bando eşliğinde üniformalı yürüyüşler yapılmasının, bayrak ve amblemlere kaplanmış araçlarla geçit töreni düzenlenmesinin temel nedeni buydu. Sokak gösterilerinin ve geniş katılımlı toplantıların sıklığı, güçlülük izlenimini pekiştiriyordu. Bunlara bağlı olarak da fiziki zorbalık geliştiriliyordu.
Faşist zorbalığın kurbanları, iktidarın alınmasından önce tamamen Marksist partiler ve ilişkili kişilerdi.
Zorbalığa dayalı eylemler, yığınsal bir anti-marksist terörizmin varlığının düşünülmesini hedefliyordu. Zorbalık, Marksistlerin “varlığından” ötürüydü. Bu propaganda ile faşist hareketler, yığınsal bir terörizmin oluşumuna çabalıyordu. Squadrist’ler ve SA’lar eylem yapılacak merkezlere kamyon ve trenlerle topluca gidiyorlar, Falanjistler, darbe indirmek için biraraya geliyorlardı. Hepsi de, kasabalarda ya da mahallelerde saatler boyunca talana çıkıyor, yakıp yıkıyorlardı. Sadece birkaç bin faşistle “çok büyük yığınsal hareketler” algısını oluşturuyorlardı. Ayrıca, “cezalandırma eylemleri” çok geniş tanıtımlarla duyurularak, her şey halka açıkyapılıyormuş izlenimi verilmeye çalışılıyordu.
İlk faşist zorbalık, 13 Nisan 1919’da Milano’da grev yapan işçilere uygulandı. Bu zorbalık sırasından işçilerin bazıları öldürüldü. Bu gösteri, sosyalist AVANTİ gazetesinin yağmalanması ve yakılması ile sonuçlandı. Henüz hiçbir isim taşımayan Kara Gömlekliler’in“doğum günü” eylemi gerçekleştiriliyordu. Ardından, Trieste de, Trieste’nin İtalya’ya katılmasını istemeyen hareketlere ve alanlarda gözüken sosyalistlere karşı saldırı kıtaları olarak ortaya çıkacaklardı. Squadre d’azione’ler (eylem mangaları) 1920 yılının Mayıs ayından itibaren Po ovasında, Toskana’da, Roma çevresinde, o dönemde sosyalistlere yönelmiş bulunan kitlelerin bulunduğu bölgelere yayılacaklardı. Squandre’ler, sopadan tabancaya kadar her cinsten silahlara sahip kavga topluluklarıydı ve sonunda Kara Gömlekliler olarak anılacaklardı.
Mussolini, Avanti gazetesinin yağmalanmasından sonra 18 Nisan günü Giornaled’Italıa gazetesine şunları söylüyordu: Avanti’de bütün olup bitenler, Leninist şantajdan bıkıp usanan muhariplerin ve halkın devinimi olan kendiliğinden yığın deviniminin sonucudur.” (Aktaran: M. Gallo, L’Italie de Mussolini).
Münih’te SA’ların saldırıları sosyalistlere yöneliyor, İspanya’da Sivil muhafızlar tarafından işlenen cinayetler toplumu “Marksistlerden” kurtarıyordu. Faşist zorbalık, böylece, özünde Marksist yıkıcılığa karşı düzeni koruma öğesi gibi görünüyor, Marksist egemenliğe başkaldıran yığınların öfkesinin dışa vurumu halini alıyordu. Öte yandan, faşist zorbalık, sürekli güvensizlik duygusunun yaratılması ile birlikte korku salıyordu.
Fiziki zorbalık, kurbanı açıkça küçük düşürmek, alçaltmak amacını taşıyordu. Squadrist’ler, zorla hint yağı içiriyor, SA’lar işçi mahallelerine giderek işçileri bayraklarını selamlamaya zorluyor, Sivil Muhafızlar emekçilere UGT (Devrimci Sendika Konfederasyonu) üyelik kartlarını yediriyorlardı.Yahudilere karşı saldırılar ise 1933 yılında başlayacaktı.
Hareketlerin başta gelen hasmı işçi örgütleri ve işçi militanlardı. Stratejik olarak işçi hareketinin kaldırılmasına yönelik örgütleniliyor, zora dayalı eylemler serinkanlılıkla hazırlanıyordu. Zaman zaman hasımlar şiddet eyleminden önce uyarılıyor, eylemin sonucunda ortaya çıkacak olan trajedinin boyutları bildiriliyordu. Yapılan eylemler, hareketlerin şefleri tarafından, “hasımlarımızın şu yada bu hareketi sebebiyle öfkeye kapılan birliklerin kendiliğinden tepkisidir” şeklinde açıklamalarla masumlaştırılıyor, eyleme, kendiliğindenlik havası veriliyordu.
PNF, ilk büyük faşist gösterisini, 3 Nisan 1921’de Bologna’da gerçekleştiriyordu. Bologna’nın ana caddelerindeki bütün pencerelere İtalya ulusal bayrağı asılıyor, her yandan “EvvivaI’Italia” (Yaşasın İtalya) çığlıkları duyuluyordu. Başka kentlerden faşistleri taşıyan trenler sırayla tren garına ulaşıyordu. Sepetli motosikletliler ve üçyüz kişilik bisiklet taburuna yirmi otomobil eşlik ediyordu. Bunların ardında dört ayrı yürüyüş taburu bulunuyor, bu taburların her biri ulusal kahramanların isimlerini taşıyordu. Mussolini, tren garına ulaştığında onbinlerce kişi çığlık atıyor, bütün pencerelerden ve kaldırımlardan insanlar haykırıyordu: “Duçe! Duçe! Duçe!”, “Salvatore d’Italia!” (İtalya’nın kurtarıcısı!). Kiliselerin çanları çalmakta, muzaffer önder, otomobilinin üzerinde ayakta duruyor, birliklerinin geçit töreninde hazır bulunuyordu. Sonu gelmez bir faşistler dizisi yürüyüş kollarını takip etmekteydi.
Bu faşist şenlik; Emiliatarım gündelikçilerine ait Tarım Dernekleri’nin Kara Gömlekliler( Squadristi )baskınları sayesinden ele geçirilişini, bir anlamda faşizmin sosyalizmi ele geçirişini kutluyordu.
Kara Gömlekliler; baskınlarının hedefi olan yerlere kamyonlarla gidiyorlardı. Gittikleri yerde, flamaları ile geçtikleri yerlerde şapkasını çıkarmayan, saygısız davranan, üzerinde kırmızı bir kravat, kırmızı bir atkı veya kırmızı bir elbise taşıyan herkesi dövüyorlardı. Herhangi bir savunma hareketi olursa, bir faşist yaralanır ya da hırpalanırsa “cezalandırma” işlemi genişletilirdi. Emek Dernekleri, Sendikalar, Kooperatifler ya da Halkevleri merkezlerine saldırılır, kapıları kırılır, eşyalar ve kitaplar sokaklara atılır, binalar ateşe verilirdi. Basılan yerlerde insanlar vahşice dövülür ya da öldürülürdü. Belirli aralıklarla “kızıl” örgütlerin merkezlerine baskın düzenlenir, yerle bir edilirdi. Kendisini solda ifade eden belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, dernek sekreterleri ya da kooperatif başkanları istifaya zorlanır, ölümle tehdit edilir, yaşadıkları bölgeden sürgün edilirdi. Hedef alınan kişiler bulunamazsa, cezalandırma aile fertlerine taşınırdı. Eylemleri sık sık cinayet işlemeye kadar uzanırdı.
7 Ekim 1922’de, komünist bir işçi olan Valenti, onu öldürmek isteyen faşist çetelerce kuşatılmış, kendisine saldıranlardan iki kişiyi öldürdükten sonra kaçmayı başarmıştı. Ardından, yerel faşist siyasal yönetim seferberlik ilan ediyordu. Bin kişiden oluşan Kara Gömlekliler, av kurallarına göre biçimlendirilen ve bir merkezden yönetilen operasyonlarına başlamışlardı. İtalyan faşistlerinin gözde eğlencesi olan insan avı, bireyi saatlerce kovalanan av hayvanı durumuna düşürüyordu. Bu insan avı sırasında, Valenti’yi gören ancak bilgi vermeyi reddeden beş tane tarım işçisini öldürürler. Cinayetlerin devam edeceğine dair tehditlerin ardından, Valenti, bölgedeki bir tarım işçisi tarafından “avcılara” teslim edilmişti. Sımsıkı bağlanan Valenti, Fossombrone’ye doğru giden bir otomobile koyulmuştu. Taşınması sırasında sövgü ve tükürüklere boğulan işçinin burnunu ve kulaklarını kesmişler, bıçak darbeleriyle ağır yaralamışlardı. Valenti, Fossombrone’de taşındığı otomobilin çamurluğuna bağlanarak bomboş sokaklarda sürükleniyordu. İşkence edilenin hali öldürdüğü faşistlerin ailelerini bile etkilemişti. O ailelerin, hastaneye götürülmesini istemelerine rağmen yollar ve caddeler boyu sürüklemeye devam ediyorlardı. Fossombrone gömütlüğüne ulaşıldığında, Valenti ölmüştü ancak ölmüş olan cesedi kurşunlarla kalbura çevrilerek, bırakılıyordu. “Cesedi aramaya koyulan Fossombrone komünistleri, tanınması olanaksız bir et bulamacından başka bir şey bulamadılar.” (Aktaran: R. Bourderon, R.Paris, Histoiredufacisme en İtalie)
NSDAP’ın 3 Şubat 1921’de Kröne Sirkinde yığınlarla birlikte gerçekleştirdiği toplantı, Hitler’in “ya geleceği kurmak ya da yok olmak” şiarını taşıyordu. SA, 1922 yılının Ekim ayında, sosyalist Cobourg kentinde ırkçı bir toplantının yapılmasını kentin yönetimine kabul ettiriyordu. Hitler, şehre SA’dan seçilen sekiz yüz kişinin oluşturduğu on dört takımla korunan, özel bir trenle kente geliyordu. Corbourg garında, kongre şenlikleri komitesi tarafından sunulan uzlaşma teklifini reddederek, SA takımlarının birlik sırası içerisinde, bando ve bayrakları ile kente yürüyeceklerini söylüyordu. SA birlikleri, önce Hofbrauhaus salonuna kadar ardından köşe bucak semtlere kadar yürümüştü. Yürüyüş sırasında kendilerine yapılan müdahalelere saldırı ile cevap veriliyordu. Şehir gece boyunca süren sert çatışmalara sahne oluyor, “düşman” saldırıların hesabı SA tarafından görülüyordu. Ertesi sabahtan başlayarak, Cobourg’un yıllar boyunca “acı çektiği” kızıl terör bastırılmıştı.
FALANJ, 14 Mayıs 1934’de Valldolid toplantısı ile diğer faşist hareketlerin görüntüsünde, büyük bir toplantı organize edebiliyordu ancak PNF ve NSDAP’ın yığınlarına sahip olamıyordu. O, zaferini acımasız bir iç savaşın ardından ilan edecekti. J.A. Primo de Rivera’nın toplantı salonunda yaptığı konuşma sonrasında gerilmiş kollar, faşist selamlarile atılan sloganlar diğer hareketlerden farksızdı.
Faşist zorbalık, bilinçli olarak kışkırtıcılık içeriyordu. İtalya’da, Kara Gömlekliler, kışkırtma yöntemi ile şiddet eylemi örgütlüyordu. Gittikleri yerlerde gözdağı vererek, seçimle gelen bir yöneticiyi istifaya davet ederek, kabulü olanaksız öneriler yaparak şiddet eylemine meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlardı. Kara Gömlekliler’e göre boyun eğmemek, şiddetin birinci sebebiydi. NSDAP’ın 1922’de Cobourg şehrini seçmesi bunun bir başka örneğidir. Belediye başkanlığı sosyal demokratlarda olan bir işçi kentinde, halkın tepki göstereceği biliniyordu. NSDAP, Cobourg kasabasında “Marksist teröre” kaynaklık ettiği halde ona karşı kazandığı zaferin propagandasını yapıyordu. Fiziksel zor kullanımdan önce yapılan kışkırtma, özünde saldırgan olmasına karşın, zorbalığı savunma girişimi olarak gösterme olanağı veriyordu.
Faşist zorbalık, “rahat etmek ve asgari güvenliğe kavuşmak” isteyen yığınların, bu duygularla “Marksistleri” yalnız bırakmasını umuyordu.
Faşist propaganda, hareketlerin faaliyetlerini güçlü bir şekilde kurumsallaştırıyordu. “Tek irade”, “tek ses” ve “tek fikir” okullar, radyolar, sinema filmleri ve kiliseler aracılığıyla yığınların aklına taşınıyordu. Faşizmin, afiş ve bayraklardan saldırı gruplarına kadar değişen propaganda ve eylem biçimlerinin başarılı olması, karşıtlarının yapıcı propagandalarının bastırılması ve hareketlerin bulunduğu her yerde alanlara hâkim olabilmeleri çok büyük bir parasal kaynak gerektiriyordu.
…
Bir sonraki yazımızda; faşizm ideolojisinin finansman kaynakları ve burjuvazi ile ilişkilerini açacağız…
Hakan Aydın
Not: Kaynak bilgisi ile partilerin/hareketlerin programları yazı dizisinin bitiminde ayrıca sunulacaktır.