Faşist devinimin ilk programı (Fascii İtaliani di Combatimento) 23 Mart 1919 tarihinde İtalya’da yazıldı. 24 Şubat 1920 tarihinde de, Münih’te, Alman NSDAP (Nasyonal Sosyalist Alman İşçileri Partisi)’ın programı yayınlandı.
Bu programlardan birincisi, “son derece yenilikçi” olduğunu iddia eden hareketin henüz kendini aradığı ve dönemin birçok gözlemcisine göre siyasi yelpazenin “solunda” yer aldığı bir zamanda ortaya çıktı. İtalyan Faşist Hareket, esas kimliğini, 7-9 Aralık 1921 tarihinde PNF (Ulusal Faşist Parti) ’nin Roma Kongresi’nde bulacaktı. NSDAP programı ise 1920-1930 yılları arasında biçimlendirilecekti.
1934 yılında yayımlanan, 1937 yılında iç savaş sürerken, Franco tarafından düzenlenen İspanyol Falanjı programıysa, İtalya’da Faşistlerin iktidarı sürerken ve Hitler’in Reich Şansölyeliği sonrasında ortaya çıktı. Öte yandan, bu program, faşist hareketlerin yaygınlaşması döneminde yazılmasının özgüvenine sahipti.
İtalyan Faşizminin 1921’de kabul edilen programında; temel ilkeler, NSDAP programında; hareketin öznel talepleri sunulurken, Falanjist program, ilkeleri ile birlikte İspanya’nın siyasal, toplumsal ve ekonomik problemlerinin çözümlerini de açıklıyordu.
Programların içerikleri görünüşte farklıydı. Öte yandan, ayrıntılar incelendiğinde birçok başlık ortaklaşmış görünüyordu.
a-) Ulusun ve Devletin yüceltilmesi:
Ulus, tarihsel rastlantılarla bir araya gelen topluluklardan bağımsız olarak sonsuz bir gerçeklik olarak tanımlanıyor, her programda en başta gelen yeri tutuyordu.
Ulus, ırkın maddi ve manevi değerlerinin “en üstün birleşimi” (PNF), ülkenin bireysel ya da toplumsal bütün çıkarlarının bağımlı olduğu “en üstün gerçekliği” (FALANJ) ve biyolojik temelin kesinleştirdiği “kan birliği” (NSDAP) olarak tanımlanıyordu, kanın sürekliliği ulusal sonsuzluğun temeliydi. Böylece, ulus; bireyler, gruplar, sınıflar ya da diğer bileşenlerin bağımlı olduğu son derece üstün bir kategori olarak sunuluyordu. Ulusun yazgı birliği ana ilke, sınıf ya da benzeri türden ayrımcılıklar suçtu.
b-) Emperyalist yönelim:
Faşist hareketlerin kaynak aldığı tarihsel referanslar ile ulusun özel ve yok edilemez niteliklerinden emperyalist yönelimler kendiliğinden doğuyordu.
PNF, İtalya’yı, “Akdeniz’de Roma uygarlığının kalesi” olarak anıyor, Falanjistler, İspanya’nın “okyanuslardaki ün ve zenginliğini” yeniden arayacağını bildiriyor, Naziler, Alman toplumunun “Büyük Almanya” topraklarında bir araya getirilme zorunluluğunu dile getiriyordu.
c-) Devlet ve Ordu:
PNF’de devlet, ulusun hukuksal bürünümü olarak salt ulusal istekleri yerine getirmek için vardı ve her türlü özel çıkarın üzerinde durmaktaydı. Ulus, egemenliğini, güçlü bir iktidar istemi ile devlete aktaracaktı. FALANJ, devletin, ülke bütünlüğünün hizmetinde “totaliter bir alet” olacağını açıkça ifade ediyordu. NSDAP, siyasal merkeziyetçilikten yana bir iktidar istediğini belirtiyordu.
Ulusun en önemli işlerini yerine getirecek olan bu hareketler, siyasal gücü de kendisinde toplamak konusunda direngendirler. Devlet, ulusun doğal istenci ve en etkili birliğinden başka bir şey olmayacaktı.
Ulusun geleceğini belirleyecek işlerin gerektirdiği ölçüde bir ordunun gerekliliği belirtiliyordu. PNF’ye göre; ordu, İtalya’nın “fethedilmiş sınırlarını” koruyacaktı. FALANJ’a göre; İspanya’ya, yalnızca dünyadaki durumunu koruyacak bir ordu değil aynı zamanda ulusun yaşamına damga vuracak bir ordu gerekiyordu. NSDAP ise daha mütevazi(!) idi, Versailles anlaşmasının iki yıl sonrasında bir ulusal ordusunun olmasını istiyordu.
d-) Siyasal yaşam, Ekonomik-Toplumsal Sorunlar, Birey ve Kilise
Her üç program da, siyasal yaşamın yeniden düzenlenmesinden yanaydı. Bu nedenle liberal temsil biçimine saldırmak ve parlamenter rejimleri suçlamak konusunda ortaklaşıyorlardı. PNF, parlamenter sistemin sınırlandırılmasından yanayken, NSDAP ve FALANJ parlamenter sitemi açıkça suçluyordu.
Bu hareketlere göre; siyasal gelenekler ahlaksızdı ve kesin bir saygınlık kazandırılmalıydı. Dolaysız ve kavgacı bir üsluba, genel ahlak ile özel ahlakın uzlaştırılmasına ihtiyaç duyuluyordu. PNF, diğer siyasi partilere üstü kapalı olarak imalarda bulunurken, NSDAP onları ahlaksız olmakla suçluyor, FALANJ ise açıkça tehdit ediyordu. Siyasal yaşamın temizleneceği işaret edilirken sürekli olumsuz örnekler dile getiriliyor olsa da çözümler konusunda tek kelime edilmiyordu. Bu parti ve hareketlerin programlarında da bu konuda hiçbir şey belirtilmiyordu.
Her üç programda da ekonomik ve toplumsal sorunlar önemli bir yer tutuyordu.
Tekelci Kapitalizm, açıkça tanınmış bir hakkın kötüye kullanıldığı gerekçesi ile suçlanıyor, öte yandan kapitalizmin gereği olan özel mülkiyet ise sahipleniliyordu. Örneğin; her üç hareketin de bir tarım programı vardı ve aile mülkiyetlerinin yaygınlaştırılması yoluyla üretimin artırılmasını içeriyordu.
Özel mülkiyet, PNF ve FALANJ tarafından açık olarak kabul edilmişti. NSDAP ise ancak 1927 yılındaki program yorumlamaları sırasında özel mülkiyeti kabul etmiş, kuruluşundan o zamana kadar olan karmaşık açıklamaları ortadan kaldırmıştı.
Özel mülkiyet kabul edilirken, ayrıca onun kötülükleri de ortaya konuyordu. Mülkiyetin sınırsız kullanımı her zaman meşru değildi. Örneğin; özel çıkarların ve mali sermayenin aşırılıkları FALANJ tarafından şiddetle eleştiriliyordu ama bu ilkesel savlarda kalmıştı. PNF, 1919 programında öngörülen zenginliklerin kısmi kamulaştırılması, savaş sanayinin ulusallaştırılması gibi ekonomik önlemleri 1921 programından çıkarmıştı. 1920 yılındaki NSDAP programında bulunan çıkar baskısını ortadan kaldırma, büyük mağazaların kamulaştırılması, tröstlerin ulusallaştırılması vb gibi maddeleri 1927 programında sadeleştirilerek hisse senedi çıkaran anonim şirketlerle sınırlandırılmış ve Alman sanayici aileler parti tarafından övülmeye başlanmıştı.
Ulusal dava içerisinde en iyi bireysel etkinliği yerine getirmek, toplumsal sınıfları bir araya getirmek ve üretimi geliştirmek yolundaki yegane araç olarak korporasyon ortak anlayıştı. İşçiler, idari kadrolar, patronlar bir araya getirilecek, üreticiler olarak eşitlenecekti. NSDAP, bunu meslek odaları ve üreticiler sendikası kurma yoluyla planlıyor ama sonuç olarak ortaya korporasyon örgütlenmesi çıkıyordu.
Toplumsal sınıflar arasındaki çıkar savaşımları disiplin altına alınacaktı. Bu sebeple, özel sınıf çıkarları ulusal çıkarlara bağlanacak, ulus bütünlüğüne zarar veren toplumsal mücadelelere hoşgörü ile yaklaşılmayacaktı. PNF, işçilere karşı alınan önlemlerin pekiştirileceğini “kamu hizmetlerinde grev yasağı” ile bildiriyordu. Korporatif örgütlenme, toplumsal çatışmalara son verecek, üreticiler organik bir bütün oluşturacak, sınıflar bu örgütlenme içerisinde eriyecekti. NSDAP, emekçilerin işletme karlarından pay almasını istiyordu ama yurttaş işçiler olma zorunluluğu getiriyordu. Yurttaş olmayanlar devlet yaşamından da dışlanacaktı. Alman olan ve olmayan ayrımı ile birlikte ulusal mücadele sınıf mücadelesinin yerine konuyordu.
Ulusal dayanışma, toplumsal sınıflara ait olmanın üstesinden gelecekti. Bu durum devlet ve yurttaşlara özel sorumluluklar yüklüyordu. Devlet, yurttaşların varlığını ve yaşam koşullarını iyileştirmek, yurttaş da buna karşılık sorun yaratmadan çalışmak zorundaydı.
Her üç programda da eğitim önemseniyordu, ulusal çıkar ve toplumsal ilerleme bir bütünlük oluşturmak adına okullardan başlayacaktı.
Ulusun şan ve şerefle ilerleyebilmesi için okullar “ruhları” biçimlendirmeli, çelikleştirmeliydi. Ulusalcı bir eğitim programın olmazsa olmaz koşuluydu. Bu, herhangi birine, sınıfından ya da toplumsal kökeninden bağımsız olarak yükselme olanağı tanıyacaktı. Sınıf ve köken ayrımları “kişisel yetenek” le ortadan kalkacak, herkes ülkesini yönetecek seçkinlerin arasına katılabilecekti. Seçkinlerin yenilenebilmesi için de bu gerekliydi öte yandan seçkinlerin bu şekilde “ayıklanması” gerekiyordu.
“Sınırlandırılmış ve kötülükleri ortadan kaldırılmış” özel mülkiyete dayalı toplumsal örgütlenme ile üretim yapılacak, üretilen bütün zenginlikler ulusun hizmetine koşulacak, korporasyon içerisinde birleştirilen toplumsal sınıflar da “ayıklanan” yönetici kadroların bütünleştirdiği ulusun sayesinde ortadan kalkacaktı.
Bireyin toplum içerisindeki yeri de böylece saptanmış olacaktı. Birey, kendinden üstün olarak kendisinin sınırlarını çizen ulusla bütünleştiği zaman kabul görecekti. Bunun için “yeteneklerine göre” oynadığı rol, direngenliği ve çalışkanlığı önemliydi. Ulusun çıkarının bireyin çıkarlarından önce geldiği bilinci anlamını böyle kazanacaktı.
Her üç programda da “kiliseler karşısında devletin bağımsızlığı ilkesi” vurgulanıyordu öte yandan bu ilke, parti ve hareketlerin Hristiyan dünya görüşüne bağlanmalarını engellemedi.
***
Tüm programlar, ilke olumlamaları ve vaatler listesi olarak sunuldu.
İlkeler, genel olarak ulusal yaşamın temelleriyle ilgiliydi, herhangi bir bilimsel doğrulamaya tabi tutulması gerekmiyordu. “Her şeyin en iyisini hak eden bir ulus”, “ölümsüz bir ahlak”, “olağanüstü bir tarih” vb gibi duygusal çağrışımları içeren ilkeler, tartışılmaz doğruluklar olarak kabul ediliyordu. Koşulların, olanakların ya da aklın bu kabulde yeri yoktu.
Vaatler listesi, hareketin ait olduğu ülkeye ait her türlü toplumsal katmandan nüfusu az ya da çok hoşnut edecek içeriğe sahipti. Sıralanan vaatler içerisinde herkes kendi çıkarını bulabiliyordu. Öte yandan, bu çıkarların bir arada olmasının yaratacağı çelişkiler konuşulmuyor, hareketlere ait siyasal tutumlar tartışılmıyordu. Vaat edilenlerin, somut olarak nasıl yapılacağı sorusunun keskinliği ise o tarihte ortada durduğu halde pek ilgilenilmiyordu.
Gerçekte programlar, ilan edilen vaatlerin uygulanması üzerinde net olarak hiçbir şey söylemiyorlardı. Nasıl gerçekleştirileceği ise belirsizdi. Buna karşılık; toplumsal görevlerini yerine getirmeyenlere, ulusa yabancı kalanlara ya da bu programların uygulanmasına engel olmaya çalışanlara ne yapılacağı baştan belirtiliyordu.
Faşistler, programlarının son haline doğru giderken, kapitalizmin kötülüklerine karşın özel mülkiyetin korunması ve yönetici katmanlarının yenilenmesi konusunda liberal demokrasinin sağından ve solundan, tekellerin kötülenmesi, ulusallaştırmalar, emeğin manevi olarak yüceltilmesi konusunda reformist sosyalistlerden azımsanmayacak kadar katkı aldılar. Bu yüzden, bu programlarda, kitleler kendi özlemlerinin karşılığını görebildi, kendi kaygılarının yanıtını bulabildi.
III. Enternasyonel’de toplanmış olan komünist partiler –kesinlikle- hariç olmak üzere; her türlü siyasal kuruluşun ve birçok siyasal içeriğin yan yana getirildiği bu programlar, bu devinimlerin yandaşlarını faşist bayrak altına toplamayı başardı. Faşizme kitle gerekiyordu, bu şekilde bulundu.
Yazıya konu Faşist hareketlerin önderlerinin program konusuna bakışını da bilmekte yarar var;
Benito Mussolini (PNF), 1922 Eylül’ünde, Udine’de açıklıyor:
“Programımızın ne olduğunu soruyorlar bize. Programımız basittir: İtalya’yı yönetmek istiyoruz biz. Programlardan söz ediliyor. Daha şimdiden çok program var. İtalya’da eksik olan kurtuluş programları değil, insanlar ve istençtir.” (Aktaran: R. Bourderon, P. Guichonnet, L’Italie, L. I. Hatier-Université)
J. A. Primo de Rivera (FALANJ), 4 Mart 1934’te şöyle diyor:
“Bizim programımızın olmadığını söylüyorlar. Size göre aşk, yaşam, ölüm gibi kesin, bitmez tükenmez şeyler, ne zaman bir programla gerçekleştirilmiştir? Büyük çağlarda ne o denli irdeleme alanı, o denli istatistik, o denli seçim vergisi vardı, ne de programlar. Üstelik, eğer tam bir programımız olsaydı, bir parti de biz olur ve kendi öz karikatürümüze dönerdik.” (Aktaran: R. Bourderon, D. Teissonnier, J.A.Primo de Rivera ou le national-syndicalisme, 1969)
Adolf Hitler (NSDAP), bir programın yararını yadsımaz!
“Demek ki görüşlerimizi utkuya ulaştırmak için, bir kavga partisine dönüştürmeliyiz onları. Bu partinin programının da mantıken eldeki insan gerecini göz önünde bulundurması gerekir. Yönetici erek ve fikirlerin en güzelinin bile onlar desteklemedikçe yalnızca bir fikir olarak kalacağı kimselerin ruhlarına ustalık ve doğru bir psikolojiyle uydurulması gerekir…” (Aktaran: R. Bourderon, A.Hitler, Kavgam, 1925)
…
Bir sonraki yazımızda; faşizm ideolojisinin genel temellerini açacağız…
Hakan Aydın
Not: Kaynak bilgisi ile partilerin/hareketlerin programları yazı dizisinin bitiminde ayrıca sunulacaktır.