Tarihi yaşatmak, emeksiz yemek yemek değildir, 18 Mart, 29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs… gibi önemli günlerimizde ve bayramlarımızda facebook, twitter, instagram gibi sosyal mecralarda iki fotoğraf yükleyip tabiri caizse “klavye delikanlılığı” yapmak değildir.
Tarihi yaşatmak, sağdan soldan tarihi parayla satın alıp insanlara sergileyerek hava atmak da değildir. Zira tarih senin kişisel zevklerini tatmin edeceğin bir kârhanen değildir ve olmayacaktır. Hisse senetleri ile yazılmadı milletimizin tarihi, kanla canla yazıldı, yani “hissi senetlerle”.
Tarihi yaşatmak, sağdan soldan hikayeleri araklayıp kendin yazmış gibi anlatarak yazar olduğunu kanıtlamaya gayret etmen değildir.
Tarihi yaşatmak, milli duygularımızın kabardığı günlerde herkesin bildiği hikayeleri, herkesin bildiği şekilde anlatarak “yarı cahil” olduğunu ispat etmek değildir.
Tarihi yaşatmak, sokaklara dökülüp slogan atarak, çeşitli rozetler, t-shirtler giyerek, birbirine gaz vermek değildir.
Tarihi yaşatmak, tarihi yok etmeye çalışarak, kendi tarihini yazmaya çabalamak ve dedikodular üzerine uydurma bir tarih anlatıp insanları birbirine düşman etmek değildir.
Atatürk ne büyük adamdı diye her gün tekrar tekrar aynı sözleri hatırlatmak değildir…
Fatih Sultan Mehmet ne büyük adamdı demek de değildir tarihi yaşatmak…
Peki nedir?
Tarihi yaşatmak için sorgulamak, değerlendirme yapmak, problemi tespit etmek, eyleme geçmek ve sonuç almak gerekir.
Tarihi yaşatmak ataların yazdığı tarihi fikren ve ruhen okuyup anlayıp, yeni ve orijinal fikirler üretmek ya da derlemektir.
Çocuklarımıza tarihteki kahramanların yaptıklarını hatırlatarak proje geliştirmelerine girişimci olmalarına teşvik etmektir.
Çocuklarımıza Çanakkale’yi anlatıp karşı mahallenin çocukları ile kavga etmemesini öğütlemektir.
Çocuklarımıza, Mustafa Kemal’in “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” Sözünü ve neden bu sözü söylediğini izah etmektir. Buradan yola çıkarak birçok dış ülkenin bu tanımı kullanıp kendi “ulus devlet” bilincini oturttuğunu görmekteyiz.
Çocuklarımıza Çanakkale’nin ne büyük bir zafer olduğu elbette anlatılacak, lakin ne şartlar altında ve nasıl zeki fikirler üretilerek galip gelindiğini öğretmektir, tarihi yaşatmak.
Tarihimizden birkaç örnek verecek olursak;
Çanakkale Cephesinde topumuzun olmadığı halde düşmanlar nasıl oldu da binlerce topumuz var zannetti? Soba borularını siyaha boyayıp top görüntüsü verdik…
Peki nasıl oldu da Rusya’dan gönderilen top mermileri topların ağızlarına büyük gelmesine rağmen kullanıldı? Vatan evladı mühendisler tornaya sokarak ölüm pahasına mermileri ufalttı ve cepheye yolladı.
Peki düşman top sesleri Ankara’ya kadar geldiğinde İsmet İnönü ve Kazım Karabekir Paşa’lar dahil savaşı kaybettiğimizi düşünüp ümitsiz haldeyken, Mustafa Kemal Atatürk neden emir erine “paşalara git, zaferlerini tebrik et” demiştir? Sebebi “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır.” Taktiği ile bilinen savaş terminolojisini değiştirip yeniden inşa etmesidir. Bu da bize hayatın her alanında sabırsızlıkla taarruz etmememiz bazı zamanlarda fikirlerimizi diri tutup, gerektiğinde kademeli olarak geri çekilerek saldırı anını beklememiz gerektiğini gösterir.
Fatih Sultan Mehmet’in dedelerinden hiçbiri defalarca denese de İstanbul’u fetih edememiştir. Peki ya neden Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fetih etmiştir? Kuran-ı Kerim’de müjdelenen komutan olduğu için mi? Elbette hayır. Tevekkülü bilen bilir. Saraya yüzlerce kitaplık bir kütüphane kurmuş bunları okuyarak kendini geliştirmiş ve beynini kullanarak gemileri karadan yürütmek gibi bir zeka sergilemiştir. Atatürk de atası Fatih’in yaptığı gibi yüzlerce kitap okumuş kendini geliştirmiştir. Az evvelki paragraflarda anlattığımız taktiği uygulamış ve devrimi milletine layık görerek bir hazine gibi bizlere sunmuştur.
Tarihi yaşatmak “Fikri hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmektir.
Tarihi yaşatmak “Yurtta barış, dünyada barış” düşüncesine inanmaktır.
Şimdi Atatürk’ün kütüphanecisi Nuri Ulusu‘ya kulak verelim:
“Her İstanbul seyahatinde hatta bazı diğer seyahatlere de giderken yanımıza mutlaka kitaplarını aldırırdı ama İstanbul’a gidiş başkaydı. İstanbul’a her gidişte çok fazla kitap alırdık. Şimdi bu arada çok önemli bir özelliğini de anlatmak istiyorum:
İlk İstanbul seyahatine giderken istediği kitaplar o kadar fazlaydı ki, karton kutular buldurup kütüphaneye getirtmiştim.Tam içine kitapları doldurtmak üzereyken Atatürk kütüphaneye geldi ve ne yaptığımı sordu. ‘İstediğiniz kitapları karton kutulara aldırdım, onların içine koydurup özel trene naklettireceğim.’ deyince ‘Dur, bekle biraz.’ dedi. Kitap adedine şöyle bir baktıktan sonra kütüphaneden çıktı, odasına gitti. Biraz sonra bir baktım ki iki tane cephane sandığını muhafız alayı erleri getirip kütüphaneye koyuverdiler ve gittiler. Ne olduğunu anlamadım, bakıp dururken Atatürk içeri geldi, benim şaşkın şaşkın baktığımı görünce ‘Ne o Nuri oğlum, şaşırdın değil mi? Şaşırma şaşırma, savaşta bunlarla cephane taşıdık, sen o zamanlar çocuktun bilemezsin, bu sandıklar benim için çok önemlidir. Şimdi o savaş bitti, yeni bir savaşımız başlıyor. O da kültür ve sanat savaşımızdır ve okumakla, kitapla olur. İşte şimdi cephane taşıdığımız o sandıklara kitaplarımı koy, bu sandıklarla taşınsın, cephanenin yerini kitaplar alsın.’ dedi.
Ne şaşırmıştım. Bu ne biçim bir kitap sevgisi, ne ulvi bir düşünceydi. O zaten hiçbirimizin, hiç kimsenin aklına, hayaline dahi gelemeyecek fikirleri üreten bir dahiydi.
Neyse, gelen cephane sandıklarını güzel bir temizledim, içlerine kağıt koyup üzerlerine de kitapları özenle yerleştirdim.
Bizim Kurtuluş Savaşı’mızla uygarlık savaşımız arasında şaşırtıcı bir devamlılık ve büyüleyici bir ilişki vardır. Yoksul, parasız bir halkla Kurtuluş Savaşı’nı kazanıp bağımsız bir ülke kuran Atatürk; aynı zamanda eğitimsiz, kültürsüz bu halkla uygarlık savaşını da kazanıp o ülkeyi her yönüyle çağdaşlaştırmıştır. Atatürk, o gün o kitapları pekala karton kutularla da taşıtabilirdi. Ama o kitapları özellikle bağımsızlık savaşında silah taşınan o sandıklarla taşıtmak istemiştir. Böylece uygarlık savaşının cephanesinin “kitap” olduğunu en basit bir şekilde anlatmak istemiştir.”
Bizde SKS olarak genç nesilleri üreten, yazan, geliştiren insanlar haline dönüştürmek için sizlere bunları anlatmaktayız. Bu yazıyı okurken kendinizi suçlu hissederseniz lütfen okumaya devam edin ?
Silivri Kültür Sanat #okadar